16 Ekim 2019 Çarşamba

İznik Ultra / 120.km cut-off

Kasım ayında kaydolup kendi imkanlarım çerçevesinde çok iyi diyebileceğim şekilde hazırlandığım yarışa 4 gün kala abimle aramızda şöyle bir konuşma geçti.
- İznik'e gidiyor musun?
- Evet
- Mesafe?
- 160 km!
- Neden 160? Git maraton koş, 50 koş, 90 koş.. Ne koşarsan koş ama 160 çok  fazla değil mi?
Derin bi sessizlik..

Hayatımda ilk defa 100 mil bir yarışa katılacağım ve kafamda binbir tane soru zaten vardı. Aniden gelen bu tarz bir soru karşısında hemen verebileceğim bir cevap yoktu. Gerçekten yoktu. Neden 100 mil ve 160 küsür km.. Neden daha  azında kendimi denemiyorum. Yarış öncesi bu  kadar stres olmaz. Yarışa daha  iki hafta varken gece-gündüz  hava  durumundaki güncellemeleri takip etmezsin. Haftalık antrenman hacminde 120 km'lik bloklara ulaşmana rağmen hala kafanda ''acaba biter mi bu yarış?'' diye soru işareti  olmaz.. Hem biz profesyonel  filan da değiliz. Çalışıyoruz, artan zamanda evde hanım ve çocuklarla vakit  geçirmeliyiz.  Daha da artarsa antrenman yapabiliriz!! Posasının posası..

Yarış öncesi zaten heyecan vardı, bir de bu sorunun cevabı için düşünmeye  başladım. Gerçekten ben neden durup dururken 160 km'lik yarışa kaydolmuştum. Neden? Neden? Yarış  günü start anına kadar bu sorunun cevabını düşündüm. Düşündüm, düşündüm... Bir cevap bulamadım.


Orhangazi-Solöz burnu  arası hava çok acayipti.  Bir an terletirken, birden tir tir titretebiliyordu!




İznik meydanda 80 kadar tam donanımlı koşucu. Hep bir  ağızdan 10'dan geriye doğru saymaya başlıyoruz. 19 Nisan Cuma akşamı. Saat 19:00.. Elif ve çocuklar startın 15-20m ilerisinde. Kızım benim için bir kağıda ''bol şanslar baba'' temalı  bir  resim yapmış, benim geçişimi bekliyor. Eşini, dostunu 160 km'lik yarışa uğurlamak için gelmiş kalabalığın gözleri ışıl ışıl parlıyor.

Koşucular da çok farklı değil.. Kendimden birazdan bahsedeceğim, herkesin gözü ışıl ışıl.. Belirsizliğe yolculuk öncesi, tecrübeli-tecrübesiz bütün koşucuların heyecan yüzlerinden okunuyor. Heyecan, sevinç, coşku ve biraz da endişe.. Bütün duygular bir arada.

Ben ne haldeyim start anında? Günlerdir bulamadığım cevabı  bulmuş haldeyim. Neden 160 km sorusunun cevabını kesinlikle buldum. Cevabı nasıl anlatacağımı bilmiyorum ama galiba kalbimin atışı, startla beraber eşimin ve çocuklarımın yanından geçerkenki coşku,heyecan, bilinmez bir serüvenin başlangıcı.. Ve tüm bunların toplamının oluşturduğu ruh hali. O an kesin kararımı verdim, başka hiçbir mesafede bu duygu patlamasının olması mümkün değil.. Diğer bütün mesafeler fiziksel olarak hazırlanabileceğimiz aktiviteler. Bu ise tamamen bir serüven... Fiziksel  olarak ne kadar antrenman yaparsan yap sonucunu bilemeyeceğin bir serüven.. Mesafeden dolayı  denklemde, yarıştan önce asla test edemeyeceğin bir sürü  bilinmeyen var. Kendimden örnek  vermek gerekirse;

- Uzun mesafe koşularda (50k sonrası) ayaklarım hep su toplardı. Bu sefer kendimce bazı  çözümler ürettim ama işe yarayıp yaramayacağını yarış esnasında 50k üzerine çıktığımda görecektim.
- Yiyecek, içecek takviyesi ve mide problemleri.. Her uzun antrenmanda test ettim ama en uzun antrenmanım 5 saatti. Problem başlayacaksa zaten çok daha  sonraları  başlar ve bunun birebir testi yapılmadı bende.
- Antrenmanlarda maksimum ulaşılan mesafe 50k.  Tamam back2back antrenman yapıyorsun ama bu sefer tek seferde 160km. Acaba ilerleyen km'lerde vücut ve özellikle bacaklar nasıl tepki verecek,  hiçbir fikrim yok.

Bu saydıklarım sadece koşucuya bağlı bilinmeyen etkenler. Zaten yarışa kadar yaptığımız antrenmanlarda tek amacımız bunları minimize etmek ve gerçekten böylesine bir mesafeye kaydolan eminim hazırlık  kısmında elinden gelen herşeyi yapmıştır.

Bunlar dışında  yarışın, mesafenin ve parkurun kendi dinamikleri var ki, bunlar için yapacak hiçbirşey yok. Aklıma gelenler;

- Parkur zemininin yapısı. Yarış öncesi yağan yağmur veya kar parkuru çok daha zor bir hale getirmiş olabilir. Nitekim bu yarışta, zemin birçok noktada ciddi şekilde çamur ve balçıktı. Parkurun bu hali yarışı çok daha  zorlu bir hale  getirmişti. Yanlış anlaşılmasın, bunlar şikayet değil. Ben başta da dediğim gibi böylesine bir mesafeyi bu bilinmezlerden dolayı denemek  istedim.
- Hava durumu. Yarış esnasında ekstra sıcak veya  ekstra soğuk olabilir. 2019 İznik'te ekstrem bir sıcak olmadı ama bazı geçişlerde soğuk hava beni çok zorladı. Özellikle Solöz istasyonuna 10 dk mesafem kalmışken birden patlayan hava,  yağmurla  birlikte titreyerek  istasyona  girmeme neden oldu ve ben değiştirmek için bıraktığım hiçbirşeyi giymeden sadece üst içliğimi biraz  daha  kalınlaştırarak devam ettim.

Bu  kadar edebiyattan sonra ben startla  birlikte  yarışı ve yaşadıklarımı anlatmaya geçebilirim..

Cuma  akşamüstü İznik'te verilen coşkulu starttan 2-3 km sonra sessizlik ve yalnızlıkla beraber 160 km'nin mesafenin kasvetli gerçeğiyle yüzleşmeye başladım. Hava hala aydınlıktı. Koşu için çok idealdi.  İlk hedef 9,5 km uzaktaki Dikilitaş istasyonuydu. Düz profilli bu etapta çok kasmadan sürekli koşarak 63 dakikada Dikilitaş  istasyonundan geçtim. Hiç durmadan devam ederek yaklaşık  15 km sürecek  olan Boyalıca etabına devam ettim. Profilden ve 2015 yılından hatırladığım kadarıyla bu etapta da çoğunlukla koşabilecektim. Toplamda 2 saat 53 dakikada Boyalıca'ya ulaşmışım. Yarış artık  yavaş yavaş  başlamıştı. Boyalıca sonrası Ilıca'ya giden etap 2015  yılından hatırladığım zorlu bir etaptı. Sert bir çıkış ve akabinde bacakları yine zorlayacak dik inişleri içinde barındıran bir etaptı.  Hedefim kendimi zorlamadan, nabzı uçurmadan rahat bir tempoyla bu etabı geçmekti. Uzun uzun düşündükten sonra nabız bandını yarışta kullanmamaya karar vermiştim. Antrenmanlarımı sürekli nabza dayalı yapmıştım. Bu yüzden nabız bandını kullanmadan yarışmak  hata mı değil mi hala  kafamı kurcalayan bir soru??

Boyalıca'dan ayrıldıktan sonraki dik çıkışta bir ara nabzım öyle bir atmaya başladı ki, kalbim yerinden çıkacak gibi, sanki kalbim boğazımda atıyor gibiydi. Açıkçası çok şaşırdım, çünkü Aydos'ta yaptığım antrenmanlara güveniyor, bu tarz eğimler için bacakların hazır olduğunu düşünüyordum. Galiba kendimi yarışa  kaptırıp yokuşta tempoyu arttırmıştım. 1-2 dakika olduğum yerde durdum. Nabzımın usturuplu  bir aralığa gelmesini bekledim ve daha  yavaş bir tempoyla devam ettim. Zor bir etaptı. Toplamda 4 saat 43 dakikada Ilıca'ya ulaşmışım. İstasyon iyiden kalabalıktı. Artık yarışanlarda yavaş yavaş yorgunluk belirtileri  başlamıştı.  Bende bu istasyonda biraz daha fazla vakit harcadım. Beslendim. Yağmurluk, eldiven ve beremi hemen ulaşabileceğim şekilde çantamdan çıkardım. Ve parkura yeni eklenen rota üzerinden Mahmudiye istasyonuna doğru yola çıktım. Zor olacağını parkur profilinden biliyordum ama hafta boyu yağan yağmur parkurun zorluk seviyesini bana göre ekstrem noktalara taşımıştı. Ayakta durmanın zor olduğu geçişlerden geçerek Mahmudiye'ye ulaştım. Ulaştım ulaşmasına ama etap beklediğimden çok daha  zorlayıcı geçmişti ve enerjimi umduğumdan daha  hızlı eritmişti. Bu istasyonda çoraplarımı değiştirdim, biraz beslendim ve Yeniköy'e doğru yola  çıktım. İstasyondan çıkarken Mahmudiye yerlilerinin ''abi biraz yukarda çamura doyacaksın'' sözleri biraz moralimi bozmuştu.

Bana göre yarışın en kırıcı yeri bu etaptı. Çamurun yürümeyi zorlaştırdığı bir zeminde Yeniköy'e doğru ilerlemeye çalıştım durdum. Yarış bir bakıma survivor'a dönmüştü. Bu tarz bir yarışta elbette süre hedefi koymak için çok acemiyim ama üç aşağı beş yukarı tahmin ettiğim değerlerin çok üstüne daha  yarışın ilk çeyreğinde çıkmıştım.

Yarış haritasında Mahmudiye 46.km, Yeniköy 63.km olarak gözüküyor. Profilde masum görünen 17 km'cik tam tamına 3 saat 42 dakika sürdü:)) Bu etap uçarak giden yarış birincisinin bile 2 saat 35 dakikasını almış.

Bunları yazmamın sebebi şikayet gibi anlaşılmasın. Gerçekten 100 millik bir ultra maraton (özellikle düz bir profil de değilse) için herşeye hazırlıklı olmak lazım ve açıkcası yarış içinde acayip zorlanmama rağmen o  anlarda (yarışın gerçekleriyle yüzleştiğim anda) bir garip mutluluk da vardı içimde. Sabaha karşı  05:33'de yarış  başladıktan 10 saat 33 dakika sonra Yeniköy istasyonundaydım. Yeniköy'e ulaştığımda artık  yarışın bütün ciddiyeti ve 100 milin bütün kasveti ruh halime işlemişti. Tek amacım yarışa tutunabilmek ve yavaşta olsa belli bir ritimde devam edebilmekti. İstasyonda tazelenmek  için 5-10 dk harcamak zorunda hissettim kendimi. Doğan güneşin enerjisini yakalayacağımı düşünerek ve parkurun bundan sonraki kısmının görece basit olacağını umarak istasyondan ayrıldım.

9 km uzaktaki Örnekköy'e ulaşmak 86 dakika sürdü. Çok az da olsa çamur geçişlerinin olduğu, etabın sonuna doğru yağmurun kendini gösterdiği bir dilimdi. Örnekköy istasyonunda yarışanlardan biri yarışı bırakmak  istediğini istasyondaki arkadaşlara iletti. İstasyondaki tecrübeli  bir  görevli yarışanı düşünüp karar vermesi için sakin ve sıcak bir yere davet etti. Seyretmesi dramatik bir andı. Sürecin sonunu beklemeden kendimi istasyondan dışarı attım. Kafam karışıktı. Gece çok hırpalanmıştım. Uyandığından emin olduğum anda eşim Elif'i aradım. Start öncesi bi aksilik olmazsa Cumartesi akşam 21-22 gibi gelmeyi umduğumu söylemiştim. Çocuklarla beraber bazı ara noktalarda ve en nihayetinde finişte beni karşılayacaklardı.


- Günaydın,
-Günaydın, nasılsın?
-Bütün planı çöpe at. Eğer yarışı  bitirebilirsem gece 12-01 arası ancak gelebilirim. Gece çok zorlayıcıydı.
-Aaa!! Moralini bozma, sakin düşün ve makul bir hızla devam et.Yapmamı istediğin birşey var mı?
-Çocukları  öp yerime:) Ara noktalara gelmenize gerek yok. İnşallah finişte görüşürüz.

Elif bir teknik direktör gibi az ama öz cümleyle vereceğini vermişti bana. Solöz'e doğru devam ettim. Moralim fena değildi. Dere geçişi esnasında üzerimi ayakkabılar dahil komple değiştireceğimi düşünerekten bacakları 3-4 dakika soğuk suda tuttum. (iyi mi oldu kötü mü oldu bilmiyorum:))
Solöz'e yaklaşık  1-2 km kala hava birden döndü. Bir anda karardı önce, sonra sıkı  bir  yağmur başladı, yağmurluğu giyene kadar sırılsıklam oldum. İstasyona ulaştığımda bu son dakika sürprizinden dolayı titremeye başladım. Titrememi engelleyemiyordum. İstasyondan biran önce çıkıp tekrar nabzı yükseltirsem normale döneceğimi  tahmin ediyordum. Hem bu sebepten hem de daha çok havanın bozma ihtimalinin yükselmiş olmasından dolayı, drop bag'de bıraktığım giysilerin hiçbirini giymedim. Planım uzun taytı çıkarıp şorta ve üst kalın katmanları çıkarıp  tşörte geçmekti. Planı çöpe  attım. Sadece üst içliğimi,çorapları ve ayakkabıları değiştirip kendimi  hemen istasyondan dışarı atmayı  hedefledim ama yorgunluk had safhada ve düşündüğümden daha yavaş hareketlerle istasyonda ekstra vakit harcıyorum.

Solöz- Narlıca  arası yaklaşık 17km ve uzun bir çıkış ve uzun bir inişten oluşuyor etabın büyük kısmı. Su ikmal edebileceğimiz  bir  nokta yok ve geçen senelerde sıcak havalarda bu etapta su problemi yaşadığım için mataraları ful  doldurup yola  koyuluyorum. Yokuşun ilk 2-3 km'si tempom fena değil ama birden dağılıyorum ve tempom inanılmaz düşüyor. Yokuş zaten zorlayıcı ve amacım normal bir  tempo yürüyerek çıkmak. Ama yürürken bile acayip zorlanıyorum. Ve bu arada yanımdan geçen İznik 90k ikincisi ''bu tempo devam edersen cut-off'a takılırsın'' diyerekten çok  güzel  moral!! veriyor. Tempom çok düşük, ve Solöz istasyonunda benden 2-3  dk önce çıkan Güven abileri yakalamanın artık  imkansız olduğunu düşünüyorum. Bu  düşüncelerle ilerlemeye çalışırken 50-100m. kadar ilerde Güven abileri görüyorum. O anki duygular acayip;

-''yaw galiba çok da yavaş gitmiyorum.''
-''hadi koçum ver coşkuyu.''

Bir anda bütün iklim değişiyor  yarışta benim için.  Güven abi ve  Arif diye bir  arkadaş  beraber devam ediyoruz.Tek amacımız  yarışa  tutunmak. Biraz muhabbet edip  kafa dağıtıyoruz ve devam ediyoruz.  Etabın en yüksek noktasında yaklaşık 800m yükseklikteyiz ve güzel bir kar yağışının ortasında kalıyoruz. Acayip çılgın yarış oluyor diye geçiyor aklımdan.

Narlıca inişi çok dik ve yağan yağmurdan dolayı çamurlu ve çok kaygan. Koşmak  zor, düşmeden inmeye  çalışıyorum. Narlıca  istasyonuna ulaşıyorum, iniş esnasında Güven abi, ben ve Arif ayrılıyoruz. İstasyonda yiyip,içip tekrar beraber yola çıkıyoruz.  Bu sefer biraz daha kalabalığız. Saat 13:17'de istasyondan ayrılmışız ve 10 km uzağımızdaki Müşküle istasyonu  için cut-off 15:30. Yaklaşık 2 saat 13 dk'mız var. Ben çok rahatım, herşeyin kontrolumüzde ilerlediğini düşünüyorum ama geçen sene değişen bu etabı bilen Güven abi benim gibi düşünmüyor. Bu etabın çok zor geçeceğini ve cut-off'a yakalanmamızın kuvvetli  ihtimal olduğunu daha etabın çok başında söylüyor. Yaklaşık 7-8 kişiyiz ve hepimizin tek amacı 15:30 öncesi  Müşküle'ye ulaşabilmek. Parkur o kadar teknik ve zorlayıcı ki; aramızda 90k parkurunda yarışan daha yarışlarının başında, bacakları  taze olanlar bile bizim tempomuzu reddetmiyor bizimle beraber ilerliyor. Parkurda biraz ilerleyince Güven abinin ne demek  istediğini çok iyi  anlıyorum ve o andan itibaren herkesin umudu gıdım gıdım yok oluyor. Aramızda UTMB,CCC,TDS koşmuş insanlar da var.  Bu parkur için bu cut-off sürelerinin çok iddialı olduğunu,  organizasyonun hava  şartlarını ve zeminin yarış  günü yapısını düşünerek cut-off sürelerini esnetmesi gerektiğini söylüyorlar. Ben de hayatımda en iyi hazırlandığım ve form olarak en iyi olduğum yarışta cut-off'a takılmamda bir yanlışlık olduğunu düşünüyorum ama ben biraz daha  kabulleniciyim; şöyle ki, cut-off süreleri aylar öncesinden belli ve bu da bir 10km yarışı  değil. Herşey senin sorumluluğunda ve herşeyi kabul ederek bu yarışa  girdik.

Yarıştan aylar sonra bakınca bu etap aslında benim için yarışın hatta koşu hayatımın en önemli  olaylarından birini  yaşadığım etap. Dediğim gibi Narlıca-Müşküle arası  çok teknik ve bir çok kaya geçişi vs.  var. Sert bir  iniş esnasında yüksek bir kayadan atlamamız  gerekti.  Fakat atlayacağımız zemin çok eğimli ve full çamur.  Atlasam kesin düşeceğim. Sol ayağımı aşağıya doğru  sarkıtıp, sağ ayağımla kaya üzerinde  çömelmeye çalıştım ve o anda ''çıtııırtttt'' diye bir ses!!!  Hiç birşey farketmedim ve hissetmedim aynen yarışa  devam ettim. Ağrı ,sızı hiçbir belirti  yok. Ancak  İznik sonrası neredeyse 4-5 ay düzenli koşmamı engelleyecek nurtopu gibi bir menisküs yırtığım olmuş. Bütün ekip 16:05 gibi Müşküle'ye  ulaştık.  Hepimiz cut-off olmuştuk. Açıkcası ben üzülmüştüm. Hayatımda ilk defa cut-off yaşamıştım. Ama yarıştan sonraki 4-5 ay  yaşadıklarımla bu cut-off'un üzülmeye  hiç değmeyeceğini net bir şekilde anladım. Koşmak, koşabilmek büyük bir  lütufmuş,  bunu net anladım.

Bundan sonrası standart şeyler; bir otobüs cut-off olanları topladı ve start-finiş noktasına götürdü. İznik maceram bu sene için bu şekilde bitmişti. 83 start ve 21 finisher nasıl bir yarış, hava durumu ve cut-off ile mücadele ettiğimizi en net şekilde anlatan veri bana göre.  Herkesi tebrik ederim ancak bu yarışı bitirebilen herkes gerçek bir efsane!!  Hava koşulları, zemin ve cut-off süreleri yarışı epik bir yarış haline getirmişti kesinlikle. Cut-off süreleri konusunda organizasyonun hatası var mı yok  mu  bunun en iyi analizini organizasyon kendi yapacaktır kesinlikle. Zaten işin tepesinde bizleri  de ultralarla tanıştıran, işin mutfağından gelen Caner bey var.

Kendi  yaptığım yanlışlara ve  doğrulara gelirsem;

- Baton kesinlikle almalıydım.  Bu en hayati hatam oldu. Sadece bu yarış özelinde değil,  bundan sonra katılacağım herhangi bir 100 mil  yarışı içinde geçerli bu!!
- Daha yavaş ve daha  kontrollü mü gitmeliydim  acaba diyeceğim ama zaten cut-off olduk, bundan daha yavaş zaten gidemezmişim:)
- Antrenman anlamında elimden gelen herşeyi yapmıştım, bununla alakalı eksik birşey yaptım diyemem ama yeme içme konusunda hata  yapmış olabilirim. Yarış  boyunca istasyonlarda yediklerim dışında yanımda taşıdığım zuber çikolatalarla beslendim. Kısa (4-5 saatlik) antrenmanlarda çok iyi ama süre uzadıkça hazımsızlık yaratabilir. Bendeki etkisi tam olarak buydu.


Şimdi gelelim esas mevzuya!

Yarıştan döndük, gayet iyiyim,  ayaklar da bir  ağrı  sızı yok. Hafiften recovery koşularına çıkayım diyerekten 3-4 gün sonra ilk koşuma çıktım. 3-4  km koştum derken çat diye dizime bir  ağrı  girdi  ve yarış sonrası yorgunluktandır diyerekten koşuyu bıraktım. Aradan 4-5 gün geçti. Yine hafif tempo bir koşuya çıktım ve aynı şey oldu. Biraz daha dinleneyim dedim. Bu süreç böyle  yaklaşık 1 ay devam etti. Her seferinde yarış  yorgunluğu vs. diyerekten dinlenmeye çekildim.  En son Ramazan ayında yarıştan 1-1,5 ay sonra tekrardan çok hafif koşulara başladım.  4-5km'lik mesafeleri 10km'ye kadar çıkardım. Ama öyle sıkıntılı birşey ki koşu dışında ayakta hiçbir sorun yok.  Koşu da da yok ama belli bir mesafeden sonra dize giren bıçak gibi bir ağrı..Ramazan ayında mesafeler 10km'ye kadar çıkınca düzeliyor bu zımbırtı diye düşündüm ve birkaç gün dinlenip 16km gibi bir mesafe denemeye karar verdim.

Hiç unutmuyorum, Ramazan bayramıydı ve büyük bir beklentiyle çıktığım koşunun 9. km.'sinde yine aynı  ağrı  ile karşılaştım. Direk Marathonist spor kulübünden sevgili dostum Ortopedi doktoru  Utku'yu aradım ve süreci anlattım.

Bayram sonrası  elimde diz MR'ı ile sevgili  Utku hocamın muayehanesine gittim ve dizimde minik ama bütün problemin sebebi olan menisküs yırtığını tespit  ettik. Yırtık o kadar küçüktü ki, günlük hayatta hatta  muayenede hiçbir belirti vermedi. Koşarken yaşadığım sıkıntı Narlıca-Müşküle  arası kaya  geçişi esnasında diz çökme esnasında çıkan çıtııırtt sesiydi. Devam eden süreçte 3 kür PRP iğnesi yedim dizden. Umudumuz dizdeki menisküs yırtığını ameliyatsız  bir  şekilde çözmekti. Bu raporun bu kadar uzamasının sebebi de aslında budur. Bu satırları yazarken Eylül ayındayız ve yarıştan neredeyse 5 ay geçti. Ve ben ilk defa bu sabah 16km mesafeyi sorunsuz koşabildim. Tek umudum sakatlık sürecinin son bulması ve tekrar sağlıklı bir şekilde koşabilmek. Tekrardan İznik 160k mı??


Neden olmasın:)))

Yazarla ilgili daha fazla foto görmek için Instagram hesabımı takip edebilirsiniz.
   





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder